CORPORATE
LATEST ANNOUNCEMENTS
Ä°stanbul’da doÄŸdu. Babası kimyager Mehmed Ziya, annesi MüÅŸfike Hanım’dır. Orta öÄŸrenimini Ä°stanbul Sultânîsi’nde (Ä°stanbul Erkek Lisesi) tamamladı. 1921’de Mülkiye’den mezun oldu. ÇeÅŸitli ÅŸehirlerde öÄŸretmenlik ve memurluk yaptı. 1933’te yeni kurulan Ä°stanbul Üniversitesi’ne Türk medeniyeti doçentliÄŸine tayin edildi; ardından araÅŸtırma yapmak üzere Berlin’e gönderildi. DöndüÄŸünde üniversitede Türk tefekkür tarihi, mantık, deÄŸerler teorisi, Ä°slâm felsefesi, ahlâk, sistematik felsefe ve sosyoloji okuttu. 1941’de profesörlüÄŸe yükseltildi. 1949’da Ankara Üniversitesi Ä°lâhiyat Fakültesi’ne geçti; bu fakültede emekli oluncaya kadar mantık ve sistematik felsefe kürsüsünde ders verdi. 1957’de kendisine ordinaryüs profesörlük unvanı verildi. 1968’de açılan Ankara Üniversitesi EÄŸitim Fakültesi’nde eÄŸitim ve ilim felsefesi okuttu. 1971’de yaÅŸ haddinden emekli oldu, ancak Ä°lâhiyat Fakültesi’ndeki görevini 1973 yılına kadar sürdürdü. 5 Haziran 1974’te Ä°stanbul’da vefat etti. Ä°lmî faaliyetlerinin yanı sıra edebiyat, resim ve hat çalışmaları da yapan Hilmi Ziya Ülken Fransızca, Ä°ngilizce, Almanca ve Arapça biliyordu. 1923-1924 yıllarında bir grup arkadaşıyla birlikte Mihrab ve Anadolu Mecmuası’nı çıkarmış; Dergâh, Türk Yurdu, Ülkü, Hareket, Ä°stanbul, Kültür Haftası, Millî Mecmua, Åžarkiyat Mecmuası, Türk DüÅŸüncesi, Türk Folklor AraÅŸtırmaları, Türkiyat Mecmuası ve imtiyaz sahibi olduÄŸu Galatasaray dergisiyle Mülkiye dergisinde yazılar yazmıştır. 1927’de Felsefe ve Ä°çtimaiyat dergisini çıkarmış, Ä°nsan dergisini 1938’den 1943’e, Sosyoloji Dergisi adlı yıllığı 1960 yılına kadar yayımlamıştır. 1937’den sonra çok sayıda ulusal ve uluslararası bilimsel toplantıya katılmıştır. 1918-1920 yılları arasında karakalem, 1940-1945 arasında yaÄŸlı boya, 1967-1970 arasında kompozisyon çalışmaları yapmış ve bunları sergilemiÅŸtir.
Hilmi Ziya Ülken’e göre felsefenin temel konusu varlıktır; hakikat ve düÅŸünce problemleri varlık probleminden doÄŸar. Fenomenolojinin tasvir metodundan hareket eden Ülken, olayları tek bir köke indirmeksizin her birini kendi orijinalliÄŸi içinde ele alma imkânının fenomenolojik yöntemde olduÄŸu görüÅŸündedir. Böylece varlığı, insanı, insandaki bilgi ve deÄŸeri bu yolla açıklamaya çalışır ve karmaşığı basite indirgemekten kaçınır. Felsefe tarihinde Saint Augustine, Pascal, Heidegger, Max Scheler geleneÄŸine baÄŸlıdır. Ona göre felsefe bilmeyle baÅŸlar; fakat bilme bütün problemlerin çözümüne yetmez, çünkü bilgi sınırlıdır. Bu sınırlı oluÅŸ, vasıta ve araÅŸtırmaların yetersizliÄŸinden deÄŸil söz konusu problemlerin niteliÄŸi gereÄŸi araÅŸtırmacıya mukavemet etmesinden ileri gelir. Bilmenin bittiÄŸi yerde düÅŸünme baÅŸlar. DüÅŸünme varlık âlemine olabildiÄŸince açılmak demektir. Âlem var olanlarla sınırlıdır. Ä°nsan var olanların bütün basamaklarında yükselse bile sınırlarda kalır ve onları ancak âlem kavramıyla kuÅŸatır. Mutlak hakikate ulaÅŸmak için özne-nesne ikiliÄŸini aÅŸmak gerekir. Fakat bu ikiliÄŸi âlem kavramıyla aÅŸmak mümkün deÄŸildir. Bu durumda aÅŸkın varlık yani mutlak hakikat (Tanrı) bilme ve düÅŸünme güçlerini aÅŸar. AÅŸkın varlığa ancak inanmayla nüfuz edilebilir. Ä°nanmak varlığın birliÄŸine ulaÅŸmaktır. Sonuçta hakikate ilimle imanı birleÅŸtirerek ulaşılır (Bilgi ve DeÄŸer, s. 66-67, 211-213; Varlık ve OluÅŸ, s. 106). Böylece Ülken, bilginin deÄŸiÅŸken tavrı ve düÅŸüncenin yetersizliÄŸi karşısında varlıkların çift kutupluluÄŸundan aÅŸkın varlık sayesinde kurtulmanın mümkün olduÄŸu, aÅŸkın varlıkla da ancak iman yoluyla temas kurulabileceÄŸi sonucuna varır. Hilmi Ziya Ülken’in felsefesinde orijinal sayılabilecek yan burasıdır.
Bilgi ve DeÄŸer adlı eserindeki fikirlerine göre bilgi izâfî, sınırlı ve sonludur; mutlak ve aÅŸkın varlığa çarparak kırılmaya mahkûmdur. Fakat bilgi aÅŸkın varlığa yönelmekten de vazgeçemez. Mutlak ve sonsuzun inkârı bir bakıma izâfî ve sonlunun da inkârı demektir. Mutlakla büsbütün alâkasını kesen bir felsefe kendi temelini yıkan salt ÅŸüphecilikten baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir. Genellikle bu konudaki yanılgı bilginin çift kutuplu oluÅŸundan kaynaklanmaktadır. Çünkü insan bilgiyi ya özne veya nesne olarak kavrıyor, evreni ya zaman ya da mekân içinde görüyor. Halbuki varlık zaman-mekân, bilgi özne-nesne bütünüdür. Bilgiyi hem özne hem nesne olarak kavramanın imkânsızlığı beÅŸerî bir aczdir; bu yüzden bilgi teorisi varlığı kavrama çabasında insanı çıkmaza götürmektedir. DeÄŸer problemini irdelemeden bu çıkmazdan kurtulmak mümkün deÄŸildir. Ä°nsan deÄŸerler dünyasında yaÅŸamakta ve deÄŸerler hiyerarÅŸisi kurmaktadır. Bütün deÄŸerler toplum içinde geliÅŸir. Ä°nsan, iÅŸ ve bilgi sistemleri ÅŸeklinde görünen faaliyetlerini aÅŸkın deÄŸerlerle kuÅŸatmadıkça bu deÄŸerler temelsiz kalır. Sonuçta her içkin deÄŸer bir aÅŸkın deÄŸer tarafından kuÅŸatılır. BaÅŸkasının varlığı olmadan ve baÅŸkasının varlığına dayanmadan hiçbir deÄŸerlendirme yapılamaz. Bu da deÄŸer bilgisinin deÄŸer inancı halini alması demektir. Teknik, ahlâk, hukuk gibi alanlara dair bütün deÄŸerlendirmeler inançla tamamlanır. DeÄŸer, insanî varlık ve aÅŸkın özneyle iliÅŸkili olduÄŸu için bilginin çift görünümlü (dikatomik) açılışından kurtulur. Åžuurda bilgi insanı varlık önünde alternatiflerle karşı karşıya bıraktığı halde deÄŸer, bilgi ve sanat onu varlığa nüfuz eden diyalektik senteze götürür. Kısacası deÄŸer, varlığın çift kutupluluÄŸunu çözemeyen bilgiyi senteze ulaÅŸtırarak bilginin karşı karşıya bıraktığı alternatifleri birleÅŸtirmeyi saÄŸlar (Bilgi ve DeÄŸer, s. 165-166).
Ülken’in felsefesinde hâkim düÅŸünce özne-nesne ikiliÄŸidir. Ülken bilme, düÅŸünme ve inanmaya dair fikirlerinin sonucu olarak inançtan baÅŸka bir yolla aÅŸkın varlığa nüfuz edilemeyeceÄŸine inanır. Ona göre Gazzâlî’nin kalp gözü, Pascal’ın kalp mantığı ve ince görüÅŸ, Bergson’un sezgi dediÄŸi güçler imanın keskinleÅŸtirdiÄŸi yeni görüÅŸ yollarıdır. Ä°nsan kimliÄŸi bakımından sonludur, sonsuz varlığı yaÅŸayamaz, ancak onu düÅŸünür. Bu düÅŸünce insanî varlığın kendini aÅŸmak için gösterdiÄŸi en büyük çabadır. Sonsuza ait düÅŸünceye inanma denir. Sonsuz varlık hakkındaki düÅŸünce bir seçme deÄŸildir; aksine sonlu olan varlığın var olanlar üzerindeki düÅŸüncesinden çıkardığı mantık kiÅŸiyi sonsuz varlık üzerinde düÅŸünmeye zorlar. Ä°nsanın nesnelerden ibaret dünyası âdeta bu aÅŸkın varlık tarafından her yönden kuÅŸatılmıştır. AÅŸkın varlık olduÄŸu içindir ki insanî varlık ÅŸuurlu ve mânevî olabilmektedir. Ahlâkı ve dini mümkün kılan, ruhlar arası iÅŸtiraki doÄŸuran aÅŸkın iliÅŸki bulunmasa insanlık ortadan kalkar. Âlem aÅŸkın varlığın tecelli alanıdır. Allah’a iman bilginin tamlığını ve bütünlüÄŸünü saÄŸlar. Bu imanın saÄŸladığı bilgi dengesi dışında yalnızca mekanizm, akıl dışı varlık, kör tabiat ve karmaÅŸa vardır. DüÅŸünceden Tanrı kaldırılırsa bilinç, özgürlük ve sorumluluk anlamsız kalır. Ä°nsan aÅŸkın varlığa karşı sorumlu olduÄŸundan kendi kendine ve baÅŸka insanlara karşı da sorumludur. Ä°nsanın aÅŸkın varlık önündeki sorumluluÄŸu ona gerçek âleminde kendisini varlıklardan ayıran vicdan özgürlüÄŸünü verir. “Ä°nsan özgürdür” demek, “Sonsuz varlığı düÅŸünebiliyor ve kendi zamanî oluÅŸuna bu ÅŸuurla bakabiliyor” demektir (Felsefeye GiriÅŸ, II, 226-235; Tarihî MaddeciliÄŸe Reddiye, s. 51; Bilgi ve DeÄŸer, s. 390; Varlık ve OluÅŸ, s. 415-416). Ä°man sayesinde insan hem güç kazanır hem de baÅŸka insanlar ve tabiat üzerindeki egemenliÄŸini sürdürür. Bu egemenliÄŸin ilk adımı arzularına gem vurma ÅŸeklinde dinî yasaklarla baÅŸlar. Toplumların her döneminde ve her yerde emirler ve yasaklar sisteminin bulunması bundandır. Ä°man insanın kendi kendini aÅŸmasını saÄŸlar, bu da onun özgürlüÄŸünü kazanması demektir. Sonuçta insan inkâr ettiÄŸi için deÄŸil kabul ettiÄŸi için özgür ve büyüktür. Sanat, ahlâk ve din alanında deÄŸerlerin yaratıcılığı iman gücünün eseridir. Ancak iman gücü verimliliÄŸini koruyabilmesi için hoÅŸgörüyle beraber yürümelidir; hoÅŸgörüsüzlük insan, toplum ve tabiat üzerindeki egemenliÄŸi tahakküme dönüÅŸtürür. Gerçek ideal maddeden ve hayattan çok mânevî deÄŸerlere yönelik ideallerdir.
Ä°nsan ve ruh üzerine çözümlemeler yapılmadan sosyoloji ve felsefe meselelerini açıklamak imkânsızdır. Zira ruhun yokluÄŸunu savunmak bütün gerçekleri inkâr etmek demektir (Umumî Ruhiyat, s. 51-55). Ülken, her ÅŸeyin maddeden ibaret olduÄŸu görüÅŸüne karşı fizikçi Werner Heisenberg’den yararlanarak insanlığın bütün baÅŸarılarının ruhtan kaynaklandığını savunur. Maddeye deÄŸer veren ruhun ona olan aÅŸkıdır. Bedenle ruh birbirinin hem tamamlayıcısı hem karşıtıdır. Bedensiz ruh hayal, maddesiz mâna vehimdir. Felsefenin en büyük problemi ruh-beden iliÅŸkisidir. Ahlâk bu iliÅŸki üzerine kurulabilir. Ä°nsan ruhu ve bedeniyle somut, bölünmez bir bütündür. Bedenle ruhtan sadece birinin eÄŸitimini ön planda tutmak kiÅŸilik bütünlüÄŸünün bozulmasına sebep olur. Ruhu ihmal ederek yalnız bedeni eÄŸitenler insan yerine makine meydana getirirler (AÅŸk Ahlâkı, s. 13-14). Ä°nsan bir yandan kendi nesnesini tekrarlayıp soyutlaÅŸtırır ve fikir haline koyar, diÄŸer yandan kendi benini nesne gibi alıp gözünü kendine çevirir ve iç âlemini kurar. Böylece hayatî, iktisadî, estetik, ahlâkî ve fikrî deÄŸerleri oluÅŸturur. Buna içtimaî-ruhî hayatın doÄŸuÅŸu denir. Her ÅŸahsiyet dışa dönük yönüyle toplum, içe dönük yönüyle bireydir. Bu sebeple sosyolojinin konusu karşılıklı insan iliÅŸkilerinden ortaya çıkan olaylardır. Fert ve toplum çatışması karşısında ne sosyolojiyi psikolojiye ne psikolojiyi sosyolojiye indirgemek mümkündür. Çünkü fert-toplum ikilisinden kurtulmanın imkânı yoktur. Bedenî deÄŸiÅŸmelerle ilgili ferdî benlik ve ÅŸuura sahip olunduÄŸu gibi sosyal olaylarla ilgili de bir içtimaî bünye ve ÅŸuura sahip olunabilir. Toplumda deÄŸiÅŸen hiçbir ÅŸey bulunmasaydı sosyal hâfıza teÅŸekkül etmezdi; aksine toplum sadece deÄŸiÅŸmelerden ibaret olsaydı çeÅŸitli deÄŸiÅŸmeler arasında baÄŸlantı kurulamaz, onların aynı topluma ait olduklarını söyleyecek bir benlik bulunmazdı. Her iki halde de toplumun teÅŸekkülü imkânsız kalırdı. Kısacası sosyal bilinç deÄŸiÅŸmeler arasında sabit kalan kolektif bir varlığın bilincidir. Sosyal bilincin iki özelliÄŸi vardır: Hâfıza ve sosyal mantık. Hâfıza mitolojiler, destanlar, tarihler, hâtıralar ÅŸeklinde ortaya çıkar. Sosyal mantık ise toplumun dış âleme çevrilmiÅŸ objektif görünümü, pratik davranışlarıdır. Buna toplumun teorik ve pratik aklı denebilir. Ülken, bütün toplumların temelinde ÅŸuur, irade ve otoritenin bulunduÄŸu görüÅŸünden hareketle toplumu, “aynı otoriteye itaat eden ve bundan dolayı aynı âdetlere sahip olan insanların meydana getirdiÄŸi topluluk” diye tanımlar. DiÄŸer bir tanıma göre toplum maddî ve mânevî olarak insanı kuÅŸatan fiiller, karakterler, inançlar ve deÄŸerler sistemidir. Geleneksel görüÅŸün iddia ettiÄŸi gibi toplum sözleÅŸmeden doÄŸmamıştır, sözleÅŸme toplumun eseridir. Marx ve arkadaÅŸlarının tezlerinin aksine sosyal yapının esası alt yapı olayları deÄŸildir; çünkü bir ekonomik olay mutlaka bir sosyal kurum içerisinde, yani belirli bir ÅŸekil ve siyasî özellik aldığı zaman sosyal bir rol oynar. Toplumda iktisadî, hukukî ve ahlâkî hadiseler birbirinden bağımsız gerçekleÅŸmez; ancak sosyal bir determinizmden ve bunu hazırlayan karşılıklı etkiler silsilesinden söz edilebilir (Felsefeye GiriÅŸ, II, 48-49; Sosyoloji Problemleri, s. 199-201).
Hilmi Ziya Ülken ilk çalışmalarında Aristo’nun varlık tabakaları görüÅŸünün etkisinde kalmış olup sosyolojisinde de bu etki görülür. Ona göre toplumda sosyal iÅŸlevler ne kadar farklılaşırsa sınıflar o derece birbirinden ayrılır ve birbirini o ölçüde tamamlar. Sınıflar arasında çatışma kadar baÄŸlanma ve yardımlaÅŸma da vardır. Bu bakımdan toplum sınıftan doÄŸmamıştır, nitekim ilkel toplumlarda sınıf yoktur, ilkel toplumların karmaşıklaÅŸmasından sınıf doÄŸmuÅŸtur. Ä°nsanları servet, asalet ve bilgi derecesine göre deÄŸil ruhun ve ahlâkın kudretine göre mertebelere ayırmak lâzımdır. Gerçek özgürlük ve demokrasi ihtiras ve aÅŸk üzerine kurulmuÅŸ mertebeler toplumundan geçer. Amerikanizm ve BolÅŸevizm’le çocukluk devrini idrak eden medeniyet mertebeler devletiyle olgunluÄŸunu tamamlayacak ve ÅŸahsiyetine kavuÅŸacaktır (Felsefeye GiriÅŸ, II, 48-49). Ülken Veraset ve Cemiyet adlı kitabında kalıtımla toplumun etkileÅŸimini tartışır. Marazî Åžuur ve diÄŸer eserlerinde aynı konu üzerinde durarak toplumdan alınan etkilerin sonraki kuÅŸaklara geçtiÄŸini, çocuÄŸun daha ana karnındayken biyolojik, sosyolojik ve fizyolojik etkilerle karşı karşıya kaldığını ileri sürer; bu etkilerin ortaya çıkardığı ırka da içtimaî ırk adını verir. Milletler, asırlarca bağımsızlıklarını ve toprak bütünlüklerini kaybetmiÅŸ olsalar bile güçlü bir temele dayanmaktadır, bu temel içtimaî verasettir. Toplumlar, yalnız eÄŸitimle deÄŸil aynı zamanda verasetle de bütün yetenekleri nakleden saÄŸlam ve devamlı bir temele sahiptir. Ülken buna potansiyel ÅŸahsiyet adını verir (Ä°çtimaî Doktrinler Tarihi, s. 246; Tarihî MaddeciliÄŸe Reddiye, s. 228).
Ahlâkı meselelerin meselesi olarak gören Hilmi Ziya Ülken’e göre ruhun kudreti olgunlaşıp taÅŸmaya baÅŸlayınca ahlâk durumunu alır. Ahlâkın gücü kültürleri hükmü altına alıp toplumlara yön verdiÄŸi zaman siyaset doÄŸar. Ruh ancak ahlâkla fiile yönelir ve ahlâk siyasetle tamamlanır. Ahlâklı olmak imanını dünyaya yaymak, irfanını fiil haline koymak demektir; bu ise ruhun kudreti sayesinde mümkündür. Ruhunda kudret, aÅŸk ve cesaret bulunmayanın irfanı da olmaz. Ahlâkın son hedefi insanlıktır. Fakat henüz ahlâkın bu yönü her yerde fiile geçmemiÅŸtir, insanlık bu hakikatin kabul edilmesiyle gerçekleÅŸecektir. Hakiki siyaset ahlâka, hakiki ahlâk ruhun mertebelerine dayanmalıdır. Ruhun mertebelerinden geçmek psikolojik ve sosyal geliÅŸme demektir. AÅŸk ahlâkının zaruri sonucu mertebeler toplumudur. Ahlâka dayanmadan ne ilim ne de siyaset meseleleri doÄŸru deÄŸerlendirilebilir. Hiçbir meslek erbabını ÅŸahsî yeteneklerinden, ahlâkından ayırarak sadece bir iÅŸlevi yerine getiren araç gibi düÅŸünmek doÄŸru deÄŸildir (AÅŸk Ahlâkı, s. 133-148). Türk-Ä°slâm kültürü ve düÅŸüncesi üzerinde de çalışan Ülken’e göre Türk kültürü deyince, Orta Asya’da temelleri atılmakla beraber X. yüzyıldan beri Türkiye’de geliÅŸmekte olan kültür anlaşılmalıdır. Türk düÅŸünce hayatı UzakdoÄŸu’dan Avrupa içlerine kadar yayılmış, üç medeniyet çevresinden geçmiÅŸtir. Bu kültür, Orta Asya’dan Anadolu ve Rumeli’ye doÄŸru aralıklarla birkaç yüzyıl süren Türkmen göçlerinden sonra Ä°slâm medeniyeti içinde teÅŸekkül etmiÅŸ ve son yüzyılda Batı medeniyetinin etkisiyle hayli deÄŸiÅŸmiÅŸtir. Bu sebeple Türk kültürü Ä°slâm ve Avrupa medeniyetleriyle iliÅŸkisi bakımından incelenebilir (Ä°nsanî Vatanperverlik, s. 18).
Hilmi Ziya Ülken, Ä°slâm felsefesi ve genel olarak Ä°slâm düÅŸüncesi üzerine daha çok Batılı kaynaklardan istifadeyle geniÅŸ kapsamlı çalışmalar yapmıştır. Onun La pensée de l’Islam adlı kitabı Ä°smâilîlik, kelâm, fıkıh, tasavvuf ve Ä°slâm felsefesini içine alan genel bir Ä°slâm düÅŸüncesi tarihidir. Ä°slâm DüÅŸüncesi I: Ä°slâm DüÅŸüncesine GiriÅŸ baÅŸlıklı kitabında Batılı bilim ve fikir adamlarının Ä°slâm dini hakkında deÄŸerlendirmeleri, Ä°slâm, Kur’an, Ä°slâm’da inanç ve ibadet esasları, Ä°slâm’da hikmet, ahlâk gibi konular incelenmiÅŸ; bazı ÅŸarkiyatçıların Ä°slâm diniyle ilgili eleÅŸtirileri cevaplandırılmıştır. Ülken’in Ä°slâm DüÅŸüncesi II: Ä°slâm Felsefesi Tarihi adlı eseri, ikinci el kaynaklardan yararlanmak suretiyle baÅŸlangıçtan Gazzâlî’ye kadar Ä°slâm felsefesi ve filozoflarına dair bilgiler içermektedir. Daha sonra yayımladığı Ä°slâm Felsefesi: Kaynakları ve Tesirleri: Eski Yunan’dan ÇaÄŸdaÅŸ DüÅŸünceye DoÄŸru baÅŸlıklı eserinin büyük kısmı yukarıdaki kitaptan faydalanılarak yazılmış olup oradaki konulara Endülüs’te MeÅŸÅŸâî felsefesi, Ä°slâm âleminde yahudi filozofları, Ä°ÅŸrâkÄ«lik, bağımsız filozoflar, tasavvufî felsefe, Ä°slâm âleminde müsbet ilimler, Ä°slâm ilim ve felsefesinin Batı’ya etkisi konuları eklenmiÅŸtir. Türkçe’de Ä°slâm felsefesi tarihiyle ilgili kaynakların oldukça kıt olduÄŸu bir dönemde eser özellikle ilâhiyat çevrelerinde geniÅŸ ilgi görmüÅŸ, uzun yıllar Ä°lâhiyat fakültelerinde ders kitabı olarak okutulmuÅŸtur.
Eserleri. Hilmi Ziya Ülken’in 1350’nin üzerinde telif ve tercüme kitap ve makalesi yayımlanmış olup ayrıca henüz yayımlanamayan eserleri de bulunmaktadır (eserlerinin tam listesi için bk. Sanay, tür.yer.; Vergili, tür.yer.).
Kitapları: Umumî Ruhiyat (Ä°stanbul 1928), Felsefe Dersleri (Metafizik): Bilgi ve Vücud Nazariyeleri (Ä°stanbul 1928), Umumî Ä°çtimaiyat (Ä°stanbul 1931), AÅŸk Ahlâkı (Ä°stanbul 1931, 1958; gözden geçirilmiÅŸ ilâveli ve sadeleÅŸtirilmiÅŸ baskısı, Ankara 1971, Ä°stanbul 1981), Türk Tefekkür Tarihi (I-II, Ä°stanbul 1932-1933), Türk Filozofları Antolojisi (I, Ä°stanbul 1935), Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü (Ä°stanbul 1935), Yirminci Asır Filozofları (Ä°stanbul 1936), Ä°çtimaî Doktrinler Tarihi (Ä°stanbul 1941), Ä°bn Haldun (Ä°stanbul 1940, Ziyaeddin Fahri FındıkoÄŸlu ile birlikte), Ziya Gökalp (Ä°stanbul 1942), Mantık Tarihi (Ä°stanbul 1942), Dinî Sosyoloji (Ä°stanbul 1943), Sosyoloji (Umumi Ä°çtimaiyat’ın 2. baskısı, Ä°stanbul 1943), Yahudi Meselesi (Ä°stanbul 1944), Ä°slâm DüÅŸüncesi (Ä°stanbul 1946), Ahlâk (Ä°stanbul 1946), Ä°slâm Medeniyetinde Tercümeler ve Tesirleri (Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü adlı kitabın geniÅŸletilmiÅŸ baskısı, Ä°stanbul 1947), Millet ve Tarih Åžuuru (Ä°stanbul 1948, 1976), Tarihî MaddeciliÄŸe Reddiye (Ä°stanbul 1951, 1963, 1981), Ä°slâm DüÅŸüncesi I: Ä°slâm DüÅŸüncesine GiriÅŸ (Ä°stanbul 1954), Sosyoloji Problemleri (Ä°stanbul 1955), Dünyada ve Türkiye’de Sosyoloji ÖÄŸretimi ve AraÅŸtırmaları (Ä°stanbul 1956), Veraset ve Cemiyet (Ä°stanbul 1957), Felsefeye GiriÅŸ I (Ankara 1957, 1963), Ä°slâm DüÅŸüncesi II: Ä°slâm Felsefesi Tarihi (Ä°stanbul 1957), Felsefeye GiriÅŸ II (Ankara 1958), Siyasî Partiler ve Sosyalizm (Ä°stanbul 1963), Bilgi ve DeÄŸer (Ankara 1965), Türkiye’de ÇaÄŸdaÅŸ DüÅŸünce Tarihi (II, Ä°stanbul 1966), EÄŸitim Felsefesi (Ankara 1967), Ä°slâm Felsefesi: Kaynakları ve Tesirleri: Eski Yunandan ÇaÄŸdaÅŸ DüÅŸünceye DoÄŸru (Ankara 1967; Konya, ts. [Selçuk Yayını]), Varlık ve OluÅŸ (Ankara 1968), Ä°lim Felsefesi I (Ankara 1969), Sosyoloji SözlüÄŸü (Ä°stanbul 1970), Toplum Yapısı ve Soya Çekme (Veraset ve Cemiyet’in deÄŸiÅŸik baskısı, Ä°stanbul 1972), Genel Felsefe Dersleri (Ankara 1972), Ä°nsanî Vatanperverlik (Ä°stanbul 1933, Ä°nsanî Vatanseverlik adıyla, Ä°stanbul 2007).
Makaleleri: “Heyecan Hakkında” (Felsefe ve Ä°çtimaiyat Dergisi, I/2 [Ä°stanbul 1927], s. 81-101); “Cemiyet ve Marazi Åžuur” (Felsefe Yıllığı, I [Ä°stanbul 1932], s. 23-128); “Sosyolojinin Mevzuu ve Usulü” (Sosyoloji Dergisi, I/1 [Ä°stanbul 1942], s. 3-168); “Ä°çtimai AraÅŸtırmalar” (a.g.e., I/1, s. 271-321); “Hukuk Sosyolojisinin Unsurları” (G. Gurwitch’den tercüme, a.g.e., I/1, s. 105-170); “Ä°ktisadi Sosyoloji” (a.g.e., III [Ä°stanbul 1945-1946], s. 3-103); “Sanat, DüÅŸünce ve Ä°çtimai Bünye” (a.g.e., XIII-XIV [Ä°stanbul 1959], s. 1-35); “Ä°ptidailerde Ä°çtimai Bünye ve Din” (a.g.e., s. 26-57). Bazı romanlar da yazan Hilmi Ziya Ülken, Kıvâmüddin Burslan ile birlikte Fârâbî’nin birçok risâlesini Türkçe’ye çevirmiÅŸtir (DÄ°A, XII, 158-159).