Farabi’nin dedesinin adı Uzluk, babasının adı Tarhan'dır. Ayrıca O, Türklerin oturduÄŸu bölgede dünyaya gelmiÅŸtir. Kaynaklarda kendisinden, al-Fcylesof at-Türkî diye söz edilir. Mavcraünnehir’de Farab ilinin Vesic köyünde H. 257/M. 870 yılında doÄŸmuÅŸtur. Bir süre Men de tahsil görmüÅŸtür. Daha sonra BaÄŸdat'ta, Harran'da ve Åžam'da dolaÅŸmıştır. Felsefe öÄŸrenimini BaÄŸdat'ta iken Ebu BiÅŸr Metta b. Yunus'tan ders alarak geliÅŸtirmiÅŸtir. Ayrıca Harran'da Yuhanna b. Haylan'dan mantık ve felsefe dersi aldı. Daha sonra Halep ve Åžam dolaylarının Sultanı olan Seyf ad- Devle'nin çaÄŸrısı üzerine Åžam'a yerleÅŸti. Birçok dil biliyordu. Çok zeki ve çalışkan bir insandı. Zamanında felsefe, mantık, psikoloji, musiki, matematik ve tıpta büyük bir bilgin olarak tanındı. H. 339/M. 950 vılında seksen yaşındayken Åžam'da öldü. Onun ölümü Seyf ad-Devle'yi çok üzdü. Farabi ardında birçok eserler bıraktı. Onun eserleri arasında ÅŸunları sayabiliriz: Makale fı AÄŸrad Mâ Ba'de’t-Tabia, Kitab Arâ ehl-al-Medinet al-Fadıla, Kitab as-Siyaset al-Medeni, Kitab al-Musiki al-Kcbir, Ä°hsa al- Ulum, Tahkik Garad Aristotalis fi Kitab Mâ Ba'd at-Tabia, Uyun al- Mesail, Kitab Tahsil as-Seade[1].
FARABÄ°’NÄ°N VARLIK FELSEFESÄ°
Farabi, Sudur kuramına inanan bir düÅŸünürdür. Ona göre Yüce Allah ilkin ilk aklı sudur yolu ile var etmiÅŸtir, ilk akıl, zatı itibariyle mümkin, baÅŸka varlığa nisbetle vâciptir. Ä°lk akıldan ikinci akıl ve en y üksek felek meydana gelir. Daha sonra akıllar, felekler sudur yoluyla devam eder. Akıllar dizisi faal akılla son bulur. Onuncu akıl faal akıl adını alır. Feleklerin sonuncusu Ay küresidir. Her feleÄŸin bir de nefsi vardır. Ay altı âlemdeki heyulaya felekler etki yapar. Feleklerin dönüÅŸü sonunda heyulada bir takım yetenekler oluÅŸur. Böylece ateÅŸ, hava, su ve toprak meydana gelir. AteÅŸ, hava, su ve toprağın uyuÅŸmasından madenler, nebatlar, hayvanlar ve insanlar meydana gelir. Ä°nsan bedeni var olduÄŸu zaman bedene ruh akıp gelir. Ne zaman ana rahminde tohum hazır olursa ona faal akıldan ruh akar. Ruhun bedenden önce bulunması caiz deÄŸildir. Farabi tenasüh görüÅŸünü de kabul etmemiÅŸtir.
Farabi’ye göre, var oluÅŸta ilk mertebe ilk sebeptir. Yani Allah’tır. Daha sonra ilk akıl gelir. Var oluÅŸta son mertebe ise maddedir. Var oluÅŸ, üstün olandan aÅŸağıya doÄŸrudur. Ancak bu durum ay altı âleminde aÅŸağı olandan yukarı doÄŸrudur.
Farabi, Gazzalî’nin acı eleÅŸtirisine uÄŸramıştır. Bunun nedeni de Farabi’nin âlemin öncesizliÄŸine varan görüÅŸleridir. Ona göre âlem zat itibariyle Tann’dan gelmiÅŸtir. Ancak zaman açısından âlem öncesizdir. Farabi bu görüÅŸünü aÅŸağı yukarı ÅŸu ÅŸekilde açıklamaktadır. EÄŸer Yüce Allah âlemin varlığını öncesizde irade etmeyip sonradan dilediyse, O’nun iradesinde deÄŸiÅŸiklik oluyor demektir. Bu durumda Yüce Allah’ın iradesine deÄŸiÅŸme hali yüklenmiÅŸ olur. Böyle bir görüÅŸle Yüce Allah’ın irade sıfatı hafife alınmış olur. Ayrıca Yüce Allah âlemin varlığını öncesizde dilemeyip sonra dilemiÅŸ olsaydı, zamandan önce içinde yokluk olan zamanın varlığını kabul etmek gerekirdi. Zamansa cisimsiz düÅŸünülemez. Çünkü zaman hareketin süresidir, sayısıdır. Hareket ise cismin yer deÄŸiÅŸtirmesidir. O halde cisim olmadan ne hareket olur, ne de zaman olur. Bu durumda âlemin öncesizliÄŸini kabul etmek gerekir. Çünkü âlem en büyük anlamda cisimdir.
Farabi, bu görüÅŸünü ayrıca ÅŸöyle açıklıyor: Cisim var olmadan önce, üç ihtimal vardır. Onun varlığı, ya imkânsız, ya vâcip, ya da mümkindir. EÄŸer cismin varlığı imkânsızsa yoktur demektir. Varlığa geçmesi düÅŸünülemez. EÄŸer varlığı vâcipse öncesizdir demektir. O zaman tartışmaya gerek yoktur. EÄŸer üçüncü ihtimal düÅŸünülürse yani var olmadan önce cismin meydana gelmesi mümkinse onun varlığı için bir mekâna ihtiyaç hasıl olur. Bu mekân da cisimsiz düÅŸünülemez. Bu durumda âlem var olmadan önce cisim vardır, demektir. Bu da maddenin öncesizliÄŸi görüÅŸüne bizi götürür[2].
Gazzali, Farabi ve tbn-i Sina’nın bu gibi görüÅŸlerini eleÅŸtirmiÅŸtir. Tehafut al-Felasife'de her varlığın Allah’ın “kün”, emriyle meydana geldiÄŸini belirtmiÅŸtir. Yüce Allah’ın gücünün dilediÄŸini dilediÄŸi zaman yaratmaya yeteceÄŸini vurgulamıştır.
FARABÄ° VE ALLAH'IN VARLIÄžI
Farabi, Allah’ın varlığını ispatlamak için emek harcamıştır, özellikle düzen, causalite (nedenselik), hareket ve vâcip-mümkin delillerini kullanmıştır.
Düzen Delili:
Evrende bir ahenk (harmoni) vardır. Mevsimler düzenli gelir. Varlıklar çift çift yaratılmışlardır. AteÅŸ, hava, su ve toprak insanın doÄŸasına, yaÅŸamasına uygundur. Bütün bunlar rastlantı sonucu olamaz. Alemde bir amaçlılığın olduÄŸu sezilmekte vt görülmektedir. Sonuç olarak sonsuz derecede güçlü bir yaratıcının yani Allah’ın varlığım kabul etmeksizin evrendeki bu düzeni açıklamak imkânsızdır.
Kozalite (nedensellik) Delili:
Bir bina mimar olmadan meydana gelemez. Bir yemek ahçı olmadan hazırlanıp piÅŸkin hale gelemez. Bir musiki parçası bestekâr olmadan düzenlenemez. Kısacası evrende her olgunun bir nedeni vardır. Evren de elle tutulan, gözle görülen bir olgudur. Bunun da bir nedeninin olması gerekir. Evrenin kendiliÄŸinden yaratılmış olması düÅŸünülemez. Evreni ibda’ eden sonsuz derecede güçlü bir yaratıcı vardır. Bu da Yüce Allah’tır. EÄŸer Yüce Allah’ı kimin yarattığı sorulursa cevap ÅŸudur: Diyelim ki evreni “x” yarattı. “x”si de “x *” yarattı. “x *”i de “x2” yarattı. Bu “x”leri öncesize doÄŸru birbirinin sebep-sonucu olarak uzatsak bir çözüme ulaÅŸamayız. Zihnimiz kaos içinde kalır. Teselsül imkânsızdır. Bir ilk nedende durmak gerekir. Bu da Yüce Allah’tır.
Hareket Delili:
Aristo’dan beri “Hareket Delili” bilinmektedir. Aristo’ya göre her hareketli cismin bir hareket ettiricisi vardır. Muharrik olmadan hareket düÅŸünülemez. Evren de hareketli bir varlık olduÄŸuna göre onun da bir hareket ettiricisinin olması gerekir. Bu da ilk muharriktir. (Al-Muharrikü 1- Evvel) Yani Tanrı’dır. zVristo’nun ilk muharriki mekanik olarak evreni etkilemiÅŸtir. Bu etkileme aracısız olmuÅŸtur. Adeta ilk hareket ettirici evreni zorunlu bir biçimde harekete sokar. Ancak ilk hareket ettiriciye neden aradığımız zaman zihnimiz hareket ettiriciler dizgisi içinde bocalar durur. îÅŸ teselsüle varır. Teselsül ise imkânsızdır[3].
Farabi, hareket delilinden anlaşılacağı üzere evrenin var olma sebebinin zat itibariyle Yüce Allah olduÄŸunu belirtmiÅŸ, zaman itibariyle ise evrenin öncesiz olduÄŸunu söylemiÅŸtir. Ancak Aristo'dan farkh olarak ilk hareket ettirici olarak Yüce Allah'ı kabul etmiÅŸtir. Tezini Ä°slâmî kavramlarla açıklamak istemiÅŸtir. Yine Farabi’ye göre Yüce Allah, ilk akıldan faal akla kadar, sabit yıldızlar felekinden ayaltı âleme kadar bir mertebe içinde evreni sudur yoluyla meydana getirmiÅŸtir.
Yine farabi’ye göre, Yüce Allah’ın irade ve gücü sonsuz derecede güçlüdür. Görülüyor ki Türk düÅŸünürü hareket delilinde Aristo’dan yararlanmakla birlikte bu delili Ä°slâmî bir biçimde anlatmaya çalışmıştır. Bununla birlikte Gazzalî’nin hücumlarından da kendini kurtaramamıştır.
Vâcip ve Mümkin Delili:
Mümkinin var olabilmesi için baÅŸka bir nesneye ihtiyacı vardır. Biz, âlemin var olması için kendi içinde delil bulamadığımıza göre onu mümkin saymamız gerekir. Vâcip ise tamdır. Olgundur. EksiÄŸi bulunmayandır. Kendi kendine yetendir. Daima var olandır. EÄŸer hem vâcibi düÅŸünür, hem de yokluÄŸunu söylersek çeliÅŸkiye düÅŸmüÅŸ oluruz. Çünkü yokluk eksikliktir. Bu durumda kafamızda yer etmiÅŸ bulunan vâcip kavramı Allah’ın varlığının delilidir. Nasıl ki, vadisiz bir daÄŸ düÅŸünülemezse ve üç açısız bir üçgen düÅŸünülemezse öylece yok olan bir vâvip düÅŸünülemez. O halde vâcip kavramı bize her bakımdan olgun olan Allah’ın varlığını gösterir[4].
FARABÄ° VE RUH
Farabi, üç türlü ruhtan bahsetmiÅŸtir. Nebatî, hayvani, Ä°nsanî. Nebatî ruhların özelliÄŸi besleyici, geliÅŸtirici ve doÄŸurucu olmalarıdır. Hayvani ruhların bunlara ek olarak hareket ve idrak güçleri vardır. Hareket gücünün de isteme (ÅŸehvet) ve öfke (gazab) olmak üzere iki özelliÄŸi bulunmaktadır, t drak gücü ise ikiye ayrılmaktadır, t - Dış güçler, 2 - Ä°ç güçler. Dış güçler, beÅŸ duyudan ibarettir: Görme, iÅŸitme, koklama, tatma, dokunma. Ä°ç güçler ise müÅŸterek his (ortak duyu), hayal, düÅŸünme gücü ve hatırlamadır. Farabi’ye göre Ä°nsanî ruhta bunlara ek olarak nazari ve amelî iki yetenek bulunmaktadır. Ruhun nazari (kuramsal) yönüyle yani kuramsal akılla insanlar kavramlar kurar, deneyler yapar ve sonuçlar çıkanr. Ruhun amelî yönüyle de yani amelî akılla da insan kötülükten sakınır, iyiliÄŸi tercih eder ve öyle davranır[5].
Farabi, ruhların bedenden önce varlığını kabul etmez. Ne zaman çocuk ana rahmine düÅŸse faal akıldan ruh coÅŸup gelir. Ruhun tenasühle ölümden sonra tekrar dünyaya dönmesi mümkün deÄŸildir. Böylece Farabi, Fisagorve Eflatun'a da muhalefet etmektedir. Yukarıdaki tasnifinde Aristo'dan esinlenmekle birlikte onun yorumu Yunanlı düÅŸünürünkinden çok farklıdır. Nitekim Farabi, Ä°nsanî ruhları âhiret itibariyle üçe ayırıyor:
- Ä°yi ruhlar: Bunlar dünyada iyi davranışta bulunanların ruhlarıdır. Ahirette sonsuz derecede mutlu olurlar.
- Fâsıkların ruhları: Bunlar dünyada günah iÅŸlemiÅŸ olanların ruhlarıdır. Bunlar sonsuz yaÅŸarlar, ancak günahları kadar sıkıntı çekerler.
- Cahillerin ruhu: Bunlar âhirette madde gibi yok olmaya mahkûmdurlar. Bununla birlikte Farabi bu üçüncü şıkta söylediÄŸini her eserinde korumamışım Bazen tüm ruhların sonsuz yaÅŸayacağını vurgulamıştır. Bu bakımdan onun ruh görüÅŸü hakkında kesin bir ÅŸey söylemek güçtür.
FARABÄ° VE AHLÂK FELSEFESÄ°
Farabi. insan davranışlarının hayra yani iyiliÄŸe yönelmesi gerektiÄŸini vurgulamıştır. Ä°nsan ilkin kendini, sonra âlemi araÅŸtırarak mutluluÄŸu aramalıdır. Felsefenin amacı da budur. Âlemin amacını irdelemek demek felsefe yapmak demektir. Ä°nsan her ÅŸeyden önce saÄŸlığını korur. Ondan sonra da yararlı ve zararlı davranışları öÄŸrenmek ister. Kötülükten kaçınıp iyiliÄŸi benimsemek insanı erdemli kılar. Kuramsal (nazari) felsefe varlıkların neden ve sonuçlarını bilmeyle ilgilidir. Davranışla ilgili yani amelî felsefe ise insanın niyet ve hareketleriyle ilgilidir. Bütün canlılar bedenini korumak ve neslini devam ettirmek ister. Ancak hayvanlarda bu içgüdüyle saÄŸlanır. Ä°nsanda ise eÅŸyanın nedenlerini arama yetisi vardır. Bu da akıl ile mümkündür. Hayvan nesneleri içgüdüsü ile tanır. Ä°nsansa aklıyla tanır ve hayret duyar. Ä°nsan kendi bilincinin farkında olan varlıktır. Kendisi hakkında düÅŸünen, kendisiyle öteki nesneleri ayıran varlıktır. Ä°nsanı anlamak için âlemin tümünü anlamak gerekir. Çünkü insan âlemin bir parçasıdır. Ä°nsanın amacı da bütündür. Bütüne ulaÅŸmak demek varlığın temelindeki genel yasaları kavramak demektir. Bunu kavramak da felsefe yapmakla mümkündür. Ä°nsan felsefe yaptıkça aşırılıklardan sakınır ve mutluluÄŸu arar.
Farabi’ye göre, bilginin amacı insanı tanımak olmalıdır. Daha sonra da evreni tanımak olmalıdır. DüÅŸünmek demek varlığı anlamak demektir. Bunu da biraz derinleÅŸtirirsek varlık yani âlem Tanrı'nın düÅŸünmesinin ifadesidir. Bir bakıma düÅŸünce ile varlık arasında ayrılık bile kalmaz.
Farabi, insanın davranışlarını iyi, kötü vc bunun ikisi arasında olan davranışlar olmak üzere üçe ayırıyor. Buna göre iyi davranışlar, ölçülü davranışlardır. Ölçülü davranış demek itidalli davranış demektir. Aşırılıktan kaçmak demektir. Sözgelimi korkaklıkla atılganlık arasında olan davranış ölçülü davranıştır. Savurganlıkla cimrilik arasındaki tutum, övgüye deÄŸer davranışa bir örnektir.
Farabi’ye göre, insan bedenî zevke, ya da düÅŸünce zevkine eÄŸilim duyabilir. DüÅŸünce zevki bilim öÄŸrenme, baÅŸarma ve topluma yararlı olma gibi zevklerdir. Bu tür zevklere geç kavuÅŸulur, ancak bunlar uzun sürer. Bedenî zevklere ise çabuk kavuÅŸulur. Ancak bunlar uzun süre devam etmezler. Ä°nsan iyiyle kötüyü ayırt ederek güzel davranışlar yaparsa kuramsal bilgiyle amelî davranışı birleÅŸtirmiÅŸ olur.
Daha önce belirttiÄŸimiz gibi, Farabi, mutluluÄŸa ermiÅŸ insanların ruhuyla cahil ve (âşıkların ruhlarını birbirinden ayırmaktadır. Erdemli davrananların ruhu öldükten sonra sonsuz olarak yaÅŸar. Fâsıkların ruhu mutsuz olur. Cahillerin ruhu ise maddeye eÅŸdeÄŸerli olduÄŸundan yok olmaya mahkûmdur. Bununla birlikte genel Islâm anlayışı içinde Farabi’nin bu görüÅŸünü her eserinde aynı biçimde sergilemediÄŸine rastlıyoruz. Kimi zaman genel olarak ruhun sonsuzluÄŸunu vurguladığı da olmuÅŸtur[6].
Farabi, sevgi, adalet, doÄŸruluk ve bilgelik kavramları üzerinde de çok durmuÅŸtur. Yüce Allah’ın hem seven, hem sevilen varlık olduÄŸunu vurgulayarak insanların birbirlerini sevmelerini öÄŸütlemiÅŸtir. GörüÅŸ ve davranışları ortak olan insanların arasında sevgi doÄŸacağını açıklamıştır. Çıkara baÄŸlı sevgilerin çabuk bozulacağım söylemiÅŸ, bir de doÄŸal sevgiden söz etmiÅŸtir. DoÄŸal sevginin aile baÄŸlarını kuvvetlendirmekteki önemini vurgulamıştır. Toplumda yardımlaÅŸmanın esas olduÄŸu üzerinde durmuÅŸtur, insan toplumsal bir varlıktır. O halde içinde yaÅŸadığı toplumun insanları ile elele olmalıdır.
PEYGAMBERLÄ°K FELSEFESÄ°
Farabi, din ve felsefeyi uzlaÅŸtırmaya çalışan bir düÅŸünürdür. Bunu yapmak için filozof ve peygamberin amacının bir olduÄŸunu söylemiÅŸtir. Hatta O, erdemli bir ÅŸehrin baÅŸkanmın, iyi davranışlarla filozof ya da peygamber gibi gerçeklere ulaÅŸacağını belirtmiÅŸtir. Bu demektir ki, Farabi’ye göre, filozof, bilge kiÅŸi, bir ÅŸehrin erdemli önderi ve peygamber hayrı yani en iyiyi bulmayı amaçlarlar. En iyiyi bulmak demek mutluluÄŸu bulmak demektir. Ancak, bu amaca peygamber vahiyle, filozof akılla, bir ÅŸehrin önderi de bilgelikle ulaşır. PeygamberliÄŸe müsait olan kimse ilkin müstefad akıl derecesine ulaşır. Sonra onun aklı, faal akılla ilgi kurar. Yüce Allah peygambere vahyi faal akıl aracılığıyla yollar. Faal akıl Allah’tan gelen vahyi ilkin peygamberin münfail aklına, müstefad akıl aracılığıyla akıtır. Yani indirir. Bu gelen vahy, peygamberin tahayyül gücüne ulaşır. Yalnız burada bir noktayı açıklamak gerekir. Bilge kiÅŸi, ya da filozof olan kimsenin münfail aklına da bilgiler Ä°lahî kaynaktan gelir. Peygamberin ise tahayyül vahy alma özelliÄŸi vardır. Demek ki filozof aklıyla, peygamber ise tahayyül gücüyle vahy alma özelliÄŸi vardır. Demek ki filozof aklıyla, peygamber ise tahayyül gücüyle bilgiye ulaÅŸmaktadır. Vahyi alan peygamber henüz olmamış olaylarla dahi ilgi kurabilir. Müfarakatı, ma’kulatı ve diÄŸer ÅŸerefli varlıkları tanıyabilir. Bu durum insanın en yüksek mertebesidir.
Farabi'ye göre, gerek filozof ve gerekse peygamber, bir ÅŸehirde erdemli bir biçimde baÅŸkanlık yapar, ikisi de faal akılla temas kurma gücüne sahiptir. Faal akıl hem dinî bilgilerin, hem de toplum düzeni için gerekli olan zorunlu bilgilerin kaynağıdır. Peygamberle filozof arasındaki fark, birincisi tahayyül gücü ile, Ä°kincisi inceleme ve düÅŸünme gücü ile bilgileri elde eder. Böylece Farabi dinle felsefeyi, akılla vahyi uzlaÅŸtırmaya çalışmıştır.
Demek oluyor ki Farabi’ye göre, dinin de, felsefenin de kaynağı faal akıldır. Ona göre gerçek birdir. Ancak, gerçeÄŸe ulaÅŸma yöntemi farklıdır. Peygamber halk âlemine uygun düÅŸecek kudsi bir güçle yaratılıştan donatılmıştır. Peygamberler yaratılıştan ve âdetten olan ÅŸeyleri deÄŸiÅŸtirecek mücizelerle gelmelidirler. Onların manevi aynaları Levh-i Mahfuzda yok olması düÅŸünülemiyen bilgileri aksettirmekte güçlük çekmez. Tanrı elçileri olan melekler de peygamberlere Allah’tan tebligat getirir[7].
Mucize konusunda peygamberin özel bir yetisi vardır. Peygamber en yüksek mutluluÄŸa ulaÅŸan insandır. Filozof ise akıl ve incelemeyle bunu baÅŸaran araÅŸtırıcıdır. Peygamber nasıl en iyi, en doÄŸru ve en güzeli kendi sistemine göre anlatırsa, filozofda aklı ve ahlâkı sayesinde bunu baÅŸarmak ve yaymak için çalışır[8].
EĞİTİM FELSEFESİ
Farabi, eÄŸitimde ne sertlikten, ne de yumuÅŸaklıktan yanadır. Orta yolun tutulmasını, istemektedir. Ona göre eÄŸitimde ÅŸu hususlara önem verilmelidir:
- öÄŸrencinin öÄŸrenme isteÄŸinin ve tutkusunun devam ettirilmesine çalışılmalıdır.
- öÄŸrenci yetiÅŸtirme ÅŸartlarını iyi hazırlamak gerekir. Onun “su damlaya damlaya taÅŸta gedik açar”, sözü tanınmıştır. Bu nedenle öÄŸretimde kolaydan zora doÄŸru bir sıra izlenmesi akla uygundur. Bir ÅŸey öÄŸretilmeden ötekine geçilmemelidir.
- EÄŸitimde sorunların teker teker ele alıp derinleÅŸmek önemlidir.
- öÄŸretmen, öÄŸrenciyle bilimsel konularda tartışmasını bilmelidir. Nitekim Sokrates kendi öÄŸrencisi Eflatun'la, Eflatun da kendi öÄŸrencisi Aristo ile tartışmıştır. Tartışırken, öÄŸretmenin de öÄŸrenciden bazı bilgiler öÄŸrenmesi mümkündür. Bilimsel çerçevede tartışma gerçeklerin ortaya çıkmasını saÄŸlar.
- EÄŸitimde mantık ve felsefe üzerinde durulmalıdır. Mantık ve felsefe öÄŸrencinin öÄŸrenme yeteneÄŸini geliÅŸtirir. Farabi, akla önem veren bir filozoftur. Bu konuda Aristo’dan etkilenmiÅŸtir. Ancak, devlet yönetiminde ve günlük iÅŸlerde akıl ve düÅŸünceye önem verirken, din iÅŸlerinde de vahye önem vermiÅŸtir. Peygamber gönderilmesinin gerekliliÄŸini vurgulamıştır. Son peygamber Hz. Muhammed’e inanmıştır.
- Farabi, çocuklara sorumluluk duygusunun aşılanmasından yanadır. insan cüz'î iradeye sahiptir. Bu nedenle davranışlarından sorumludur. Çocuklar sorumluluk üstlenecek biçimde yetiÅŸmelidir.
- Farabi, çocuÄŸu eÄŸitirken beÄŸenilmeyen bir durum olursa ikna yolunun seçilmesi gerekir, der.
- EÄŸitimde sözle dikkati çekme yolu önemlidir. Sözle düzelmeyene zor yöntemi uygulanabilir. Ancak Farabi’nin kafasındaki yönetici son derece erdemli bir kiÅŸidir.
- Çocuklar karar verme yeteneÄŸi güçlü olarak yetiÅŸtirilmelidir, özgür tabiatlı insanlar, karar verme yeteneÄŸi güçlü olanlardır, özgür insan bağımsız ve akla uygun hareket etme gücüne sahiptir. Tabiati itibariyle hayvana yakın insan ise duygularına yenik düÅŸer. Bu tür kiÅŸilerde korku ve üzüntü eksik olmaz, bir de köle ruhlu insanlar vardır. Bunlar baÅŸkalarına kayıtsız ÅŸartsız uyarlar.
- EÄŸitimde ÅŸüphelerin giderilmesi üzerinde durulmaldır. Åžüpheyi doÄŸuracak bir soru sorana baskı yapılmayarak gerçek öÄŸretilmelidir. Åžüphe etrafında soru sorarak ve konu derinleÅŸtirilerek gerçek olmayan görüÅŸlerden çocuk uzaklaÅŸtırılmahdır. Åžüphe bir arayış yöntemi olmalıdır.
- EÄŸitimin amacı, mutluluÄŸu bulmak ve insanı içinde yaÅŸadığı topluma yararlı hale getirmek olmalıdır. Mutlu olmak, hayra ulaÅŸmak demektir. Hayra ulaÅŸmak için de felsefeden yararlanmalıdır.
Farabi, felsefe öÄŸrenmek isteyenlerde ÅŸu özellikleri aramaktadır: Genç olmak, iyi mizaçlı olmak, ahlâk ve erdem kurallarına uygun alışkanlıklar edinmek, Kur'ân’ı öÄŸremiÅŸ olmak, din bilimlerini iyi bilmek, kötü özelliklerden arınmış olmak, kötülüklerden kaçınmak, ihanetten kaçınmak, hileden uzak durmak, dinin buyruklarını yerine getirmek, bilimi ve bilim adamlarını her ÅŸeyin üzerinde tutmak[9].
Farabi, Kitab fi Cem’ Beyne Ra’yey al-Hakimeyn al-Eflatun al îlahi ve Aristatalis adh küçük eserinde felsefenin bir olduÄŸu görüÅŸünden hareketle Eflatun ve Aristo’nun görüÅŸlerini uzlaÅŸtırmaya çalışmıştır.
Farabi, Aristo’nun bazı görüÅŸlerini düzeltmiÅŸ ve birçok felsefi sorunlara ışık tutmuÅŸtur. Islâm felsefesine yeni terim ve kavramlar kazandırmıştır. Öz ile varlık, ya da mahiyetle varlık üzerinde durarak tüm evreni bire indirgemek istemiÅŸtir. Bir çok felsefi ekolden etkilenmesi söz konusudur. Åžu kadar var ki baÅŸta Kur’ân’a dayanır. Aristo, Eflatun, Maniheizm, Sabiî’lik ve Hıristiyan’lık ve hatta Hind düÅŸüncesinden etkilendiÄŸini söyleyenler vardır. Ancak eklektik bir yöntem izlemesine raÄŸmen onun felsefesinde özgün görüÅŸler yer almıştır. Bu nedenle de kendisine “al-Muallim as-Sani” yani “ikinci öÄŸretmen” denmiÅŸtir. Onun din ve felsefeyi uzlaÅŸtırma çabaları yanında mantık, hesap ve geometri gibi müsbet bilimlere önem vermesi dikkat çekicidir.
FARABÄ° VE YÖNETME SANATI
Farabi, genel olarak toplumu ikiye ayırır, t - Olgun, 2- Eksik toplum. Olgun toplum da büyük, orta ve küçük olmak üzere üçe ayrılır. Eksik toplum ise köy, mahalle, sokak ve ev toplumu olmak üzere dörde ayrılır.
Farabi, insanların mutlu olması için bir yönetim altında yaÅŸamak zorunda olduklarını vurgulamıştır. Çünkü insan toplumsal bir varlıktır. YardımlaÅŸmaya, dayanışmaya muhtaçtır. Toplumun bir takım ilkeleri, yasaları olmasa karışıklıklar doÄŸar, huzursuzluk gelir. Karışıklığı önlemek için herkesin uyacağı yasalar gereklidir. Toplumun mutluluÄŸu için düÅŸünmek, ilkeler saptamak ve varlığın hikmetini incelemek gerekir. Ä°nsan hayatında dinin önemli yeri vardır. Din, insanlara erdemli ve hayırlı iÅŸleri yapmayı saÄŸlık verir. Bu da yardımlaÅŸmayla ve baÅŸkasının ihtiyacını karşılamakla mümkündür.
Bir ÅŸehri herkes yönetemez, önderliÄŸe yaraşır kiÅŸinin yaradılıştan yetenekli olması gerekir. Ayrıca deneyim, görüÅŸ ve irade itibariyle hazırlıklı olmalıdır. Böyle bir duruma hazırlıklı olan kimsenin nefsi akl-ı faal ile baÄŸlantı kurar. Bu baÄŸlantıyı müstefad akıl saye inde saÄŸlar.
Faziletli ÅŸehrin önderi olan kimse bilgileri faal akıldan alır. Bu tür bilgiler bir tür vahye benzer. Bu bilgileri almak uykuda ve uyanıkken mümkündür. Faal akıl sadece bir aracıdan ibarettir. Zira faal akıl Allah’tan coÅŸup gelen bir yetenektir. Demek ki Yüce Allah bilgileri faal akıl aracılığıyla önder insana vahy eder. Faal akıl Allah’tan aldıklarını müstefad akıl aracılığıyla münfail akla akıtır. Bu bilgiler önder insanın muhayyilesine geçer. Bu düzeye gelen önder, hakim, filozof ya da erdemli kiÅŸi olur. EÄŸer bu bilgiler mütehayyile yeteneÄŸine akarsa bu insan da peygamber olur. Mucize sahibi olur. Gelecekten haber verir. Bu dereceye yükselen insan mutluluÄŸun ve Ä°nsanî derecelerin en yüksek noktasına ulaÅŸmış demektir. Böylece Farabi, peygamber, filozof ya bir devleti idare eden önder arasında felsefi yönden baÄŸlantı kurmaya çalışmıştır. Esasen Tahsilü’s-Seade adlı eserinde filozof, baÅŸkan, kral, kanun koyucu ve önderin aynı anlamda olduÄŸunu belirtmeye çalışmıştır.
Farabi, bir önderde bulunması gereken özellikler hakkında dikkati çekici bilgiler verir. Bu özelliklerin bazıları yaradıhÅŸdan, bazıları sonradan olur, önderin yaradıhÅŸdan olan özellikleri cismanî, aklî ifadeye ait, belâgata ait, bilime ve ahlâka ait olmak üzere beÅŸe ayrılır.
- Cismanî özellikler: önderin bedeni saÄŸlam ve organları tam olmalıdır.
- Aklî özellikler: önderin anlayışı çok, hafızası güçlü ve zekâsı keskin olmalıdır.
- ifade ve belâgatle ilgili özellikler: Her ÅŸeyi açık bir surette ifade etmelidir.
- Araştırmayı ve bilimde derinleşmeyi sevmelidir.
- Ahlâkî özellikler: Yeme, içme ve cinsî arzularda ölçülü olmak, yalandan sakınmak, ululuÄŸu benimsemek, utandırıcı ÅŸeylerden kaçınmak, dünyalık para ve çıkara düÅŸkün olmamak, adaleti sevmek, zulümden kaçmak, lüzumsuz konuÅŸmamak, azimli ve iradeli olmak, gerekeni yapmada cesur olmak.
Önderin sonradan kazanacağı özellikler:
- Hakîm olmak. Bu demektir ki önderin ruhî özelliÄŸi tam olup faal akılla baÄŸlantı kurmayı baÅŸarmalıdır.
- önder kendisinden öncekilerin koydukları yasa ve usulleri bilmelidir. Eski yöneticilerin yaptıklarından ve deneyimlerinden yararlanmalıdır.
- Eskilerin deney ve yasalarından yeni hükümler çıkarmak yeteneÄŸine sahip olmalı, kıyas yapmayı bilmelidir.
- Günlük sorunlar hakkında seleflerinin usul, töre ve geleneklerinden yararlanmalıdır. Bunu yaparken ÅŸehrin çıkarını gözetip isabetli hükümlere varmalıdır.
- Eskilerin izinden giderken çıkardığı hüküm ve koyduÄŸu usulleri halka öÄŸretmeli, savaÅŸ kurallarım iyi bilmeli ve savaÅŸ için dayanıklı olmalıdır.[10]
Farabi, peygamber ile filozof ve siyasî önderi çoÄŸu kez aynı özellikte görmekle birlikte mucize sorununda peygamberin özel yetilerini her zaman kabul etmiÅŸtir. Hiç bir zaman Hz. Peygamber’in hak Elçi olduÄŸunu inkâr etmemiÅŸtir. O, peygamberlik felsefesini Kur’an’a baÄŸlı olarak anlatırken Eflatun’un “Cumhuriyet”inden de yararlanmış, böylece dinle felsefeyi uzlaÅŸtırmaya çalışmıştır. Ona göre peygamber yüksek mutluluÄŸa ulaÅŸan önderdir. Filozof da akıl ve incelemeyle bunu baÅŸaran araÅŸtırıcıdır. Filozof düÅŸünen, aklını kullanan ve mutluluÄŸu arayan kimsedir.
FARABÄ°’NÄ°N BATIYA ETKÄ°SÄ°
Farabi, “ikinci öÄŸretmen” olarak hem Islâm âlemini, hem de batı dünyasını etkilemiÅŸtir. Aristo’nun “Metafizik”ini belki kırk kez okuyup anlıyamıyan Ibn-i Sina, Farabi’nin bir ÅŸerhini ele geçirince dikkatle incelemiÅŸ ve konuyu kavramıştır. îbn-i Sina’nın felsefede baÅŸ kaynağı Farabi’nin eserleri olmuÅŸtur. Farabi yalnız on birinci yüzyılı deÄŸil, tbn-i RüÅŸd’ü ve Ibn-i Bâcce’yi de meÅŸgul etmiÅŸtir. Hatta 484 H.de BaÄŸdad’da Nizamiye Üniversitesi Rektörü olan Gazzalî de Ibn-i Sina ile Farabi’nin eserlerini 2 yıl kadar incelemiÅŸ, bir yıl kadar da bu eserleri tekrarhyarak felsefenin konularında derinleÅŸmiÅŸtir. Ancak Gazzalî, bir orta yol (Ehl-i Sünnet) düÅŸünürü olarak bu filozofların bir çok görüÅŸüne katılmak istememiÅŸtir. Felsefe’nin konularını ayrıca Ihvanu’s Safa risalelerinden, Muhasibî’nin eserlerinden, Åžiblî ve Cüneyd’in yazılarından öÄŸrenen Gazzalî, MeÅŸÅŸailere hücum etme gereÄŸini duymuÅŸtur. Gazzalî, Islâm inancım savunmak amacıyla ve Islâm Âleminde yeÅŸeren çeÅŸitli görüÅŸlere orta yolda bir yön vermek için Yunan kültürünün etkilerine karşı çıkmıştır. Ancak bunu yaparken kendisi de felsefe yapmıştır. Manevi hocası sayılan Farabi’ye katılmadığı sorunlardan üçünü küfür, on yedisini ise sapıklık kabul etmiÅŸtir[11].
Farabi ve îbn-i Sina’yı ruh sorunları hakkındaki görüÅŸlerinden dolayı suçlayan Gazzalî, bu bilginlerin âhirette cesetlerin dirilmeyeceÄŸini yazdıklarını iddia etmiÅŸtir. Oysaki bu konuda MeÅŸÅŸai düÅŸünürlerinin görüÅŸleri tutarlı deÄŸildir. Kimi zaman cesetlerin dirileceÄŸini de doÄŸrulamışlardır.
Farabi’nin görüÅŸleri, Islâm düÅŸüncesinin daha sonraki geliÅŸmesinde Anadolu’da da etkili olmuÅŸ, Fâtih devri bilginlerinden Hocazade Tehafül at-Tehafüt adh eserini yazmıştır. Böylece Gazzalî’nin Tehafüt’ü ile, Ä°bn-i RüÅŸd’ün Tehafut at-Tehafüt adh eserlerini karşılaÅŸtırmıştır.
Farabi nin Plotinos’tan etkilenerek kabullendiÄŸi sudur nazariyesi, IÅŸrakiyye felsefesi kurucusu Suhreverdi al-Maktul’dan tutunuz da XVIII. yüzyıl Türk düÅŸünürü olan Marifetname yazarı Erzurumlu Ä°brahim Hakkı’ya kadar bir çok Ä°slam filozofunu etkilemiÅŸtir, özellikle Farabi’nin dile getirdiÄŸi ve Afrodisiash Ä°skender’in eserlerinden yararlandığı, akıl hakkındaki görüÅŸleri kendinden sonraki düÅŸünürleri etkilemiÅŸtir.
Farabi’nin sadece akılla yetinmediÄŸi, gereÄŸinde tasavvuf! konulara deÄŸindiÄŸi bilinmektedir. Onun her ÅŸeyden önce hayrı aradığı ve insanları mutlu etmeyi düÅŸündüÄŸü anlaşılmaktadır. Sonsuz mutluluk kavramını iÅŸleyen Farabi, ahlâkın ilkeleri açısından da kendinden sonraki bir çok doÄŸulu düÅŸünüre etki yapmıştır.
Farabi, öleli bin yıldan fazla zaman geçtiÄŸi halde onun hakkında seminerler düzenlenmekte ve doktora tezleri yapılmaktadır. Prof. Dr. Nihat KEKLÎK, “Ä°slam Mantık Tarihi ve Farabi Mantığı”nı yazarak onun mantık hakkındaki görüÅŸlerini Türkçeye kazandırmıştır. Prof. Mübahat KÜYEL “Aristotales ve Farabi’nin Varlık ve DüÅŸünce öÄŸretileri” adh doçentlik teziyle Farabi’nin varlıkla düÅŸünceyi kaynaÅŸtırdığını anlatmak istemiÅŸtir. Dr. Bayraktar BAYRAKLI “Farabi’de Devlet Felsefesi” adlı teziyle Farabi’nin devlet görüÅŸünü Türkçeye kazandırmıştır. Ord. Prof. Aydın SAYILI “Fârâbi ve Tefekkür Tarihindeki Yeri” (Belleten, c. XV; sayı: 57.) adlı uzun makalesiyle Farabi’nin Ä°slâm Âlemi’ndeki önemini vurgulamıştır. Prof. SAYILI, bu iÅŸi yaparken Farabi’yi diÄŸer bazı düÅŸünürlerle karşılaÅŸtırmayı da ihmal etmemiÅŸtir. Prof. Necati ÖNER “Klasik Mantık” adh eserinde Farabi’nin mantık görüÅŸlerine Türkçede açıklık getirmiÅŸtir. Prof. Cavit SUNAR “Ä°slam’da Felsefe ve f arabi adlı iki ciltlik eserinde Farabi’nin çeÅŸitli yönlerine ve Yunan felsefesiyle iliÅŸkisine deÄŸinmiÅŸtir. Prof. Hüseyin ATAY “Farabi’nin Eseri” adı altında baÅŸta “Tahsil as-Seade” olmak üzere Farabi’nin “Eflatun Felsefesi ve Aristo Felsefesi” adh risalelerini Türkçeye kazandırmaya çalışmıştır. Ord. Prof. Hilmi Ziya ÜLKEN “Islâm Felsefesi ve Kaynaklan” adh eserinde, Farabi Tetkiklerinde, “Le Penseur de l’Islam”da ve daha bir çok kitabında Farabi’ye yer ayırmıştır. DTCF tarafından çıkardan “AraÅŸtırma Dergisi”nin çeÅŸitli sayılarında Farabi hakkında Prof. Mübahat KÜYEL’in birçok makalelerini bulmak mümkündür. BaÅŸbakanlık Kültür MüsteÅŸarlığı tarafından neÅŸredilen Ä°smet BÄ°NARK ve Nejat SEFERClOÄžLU’nca düzenlenmiÅŸ bulunan “Farabi Bibliyografyası” da yurdumuzda bu Türk filozofuna verilen önemi gösterir. Bu arada hemen belirtelim ki Prof. Necati LUGAL ve Aydın SAYILI (Ebu Nasr al-Farabi’nin Halâ Üzerine Makalesi) adlı, onun boÅŸluÄŸa iliÅŸkin görüÅŸünü içeren risalesini neÅŸretmiÅŸlerdir. Ayrıca bu risalenin Türkçeye kazandırılmasını saÄŸlamışlardır. Bundan baÅŸka Emel ESlN’in “Farabi’yi YetiÅŸtiren Kengeres Türk Muhiti Kültür ve San’atı” (Ä°slam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, c. 6; cüz: 3-4.) adlı yazısı da görülmeye deÄŸerdir. Prof. Ahmet ATEÅž, Farabi’nin “Ihsa al-Ulum”unu Türkçeye çevirmiÅŸ ve bu çeviriye bir önsöz ekleyerek Farabi’nin etkilerinden söz etmiÅŸtir. Yurdumuzda Farabi hakkında Prof. Ä°brahim Agâh ÇUBUKÇU da “Ä°slam DüÅŸüncesi Hakkında AraÅŸtırmalar, “Ä°slam DüÅŸünürleri”, “Türk DüÅŸünce Tarihinde Felsefe” de basılacak ve birçok makalesinde Farabi’ye deÄŸinmiÅŸtir. Nafiz DANIÅžMAN, Farabi’nin “al-Medinet al-Fadıla” adlı eserini Türkçeye kazandırmıştır. Farabi’nin Türkçe bir makaleye sığmayacak kadar isminden bahseden eserler vardır. Onun etkisi yalnız Türkiye’de deÄŸil, doÄŸuda ve batıda da görülmüÅŸtür. Yuhanna CAM At R, “Felasifet al-Arab” adh dizinin iki risalesini Farabi’ye ayırmıştır. Yine Arap âleminde Hanna AL-FAHURÄ° ve Halil AL- CARR’ın yazdığı “Tarih al-Felsefet al-Arabiyye” adh eserde Farabi’ye yeterince önem verilmiÅŸtir. Yine Dr. Muhammed Abdurrahman MERHABA tarafından yazılan “Min al-Felsefet al-Yunaniyye ile’l-Felsefet al-tslamiyye” adlı eserde de Farabi’ye önemli bir yer ayrılmıştır. K. YAZICI ile Anton KEREM’in yazdığı “Âlem al-Felsefet al-Arabiyye” adh eserde Farabi bahsi önemli bir yer iÅŸgal eder. Yine Mısır'da Ä°brahim MATKUR ve deÄŸerli felsefeci A. Rahman BEDEVÄ°, Farabi uzmanı olarak tanınmaktadırlar.
Farabi hakkında Hindistan’da ve Pakistan'da da birçok deÄŸerli yayınlar yapılmıştır. Bunlardan hepsini bu makaleye sığdırmanın imkânı yoktur.
KuÅŸkusuz Farabi, Batı Âlemi'ni de etkilemiÅŸtir. Domingo GUNDIS- SALVÄ°, Albertus MAGNUS, Aquino’lu Saint THOMAS ve Roger BACON’ın üzerinde Farabi’nin etkisi bulunmaktadır. XII. yüzyılda BaÅŸpiskopos RAYMOND’un Ä°spanya’da bir çeviri ekolü kurarak başına GUNDISSALVÎ’yi getirdiÄŸi bilinmektedir. Bu çeviri okulunda Farabi’nin baÅŸta “Ihsa al-Ulum” adlı eseri olmak üzere birçok kitabı Latinceye çevrilmiÅŸtir. Farabi böylece Batı Âlemi'nde Yunan Felsefesi'nin ve DoÄŸu Felsefesi’nin öÄŸrenilmesinde etkili olmuÅŸtur.
Sonuç olarak, Farabi’nin bütün dünyada hâlâ kendinden söz ettirdiÄŸini vurgulamak gerekir.